Sonbahar



Yine bir sonbahar geliyor... Usul, usul... farkettirmeden kendisini, konuverecek tepemize, günlerimize... Bazılarımız üzülecek kuşkusuz, bazılarımız ise tarifsiz mutluluk yaşayacak, benim gibi...

Hayatım boyunca etrafımdaki insanların büyük çoğunluğu yaza taparken, ben kendimi bildim bileli sonbahar aşığıyımdır. Çocuklar gibi mutlu olurum sonbahar gelince, özellikle Eylül'de... En sevdiğim ay olan Eylül'de... Günbatımları, hafif meltemler, serin akşam üzerleri, yerlere dökülmüş sarı yapraklar...

Şu yaşıma geldim, hala sonbaharda yerdeki sarı yaprakları görünce yapraklara basıp o sesi duymak için, çocuklar gibi sekerek yürüyorum.
Yaz ve kış aşırı uçlar, kutuplar bana göre. Sonbaharsa, onların arasında kalmış ılımlı geçiş mevsimimiz. Bana mı benziyor ne? Yazın aşırı sıcaklarından kurtuluş, rahata erme...

Yaz başıboş yaramaz bir çocuk. Çılgınlar gibi nerde akşam, orda sabah gezdiğimiz bir dönem. Eylül'ün başlamasıyla ise bir düzen, bir disiplin geliyor hayatlara özlediğimiz.

Aynı zamanda yeni başlangıçlar demek sonbahar... Yeni okullar, yeni işler, yeni arkadaşlıklar, dostluklar, aşklar. Yeryüzündeki insanların büyük çoğunluğu ilk ve son aşkını ilk kez sonbaharda tanımıştır, malum başlangıçlar olduğundan dolayı. Bundandır özel olması belki de...

En güzel şarkılar sonbaharda yapılırlar. Yaz şarkıları gelip geçici olmaya mahkumdur, sezonluktur popülariteleri. Oysa sonbahar şarkıları özenle yapılır, bir ömür boyu dinlenir.

Fırından çıkıp soğumaya bırakılan pasta gibidir yeryüzü sonbaharda, pasta nasıl ki soğuyunca daha lezzetli oluyorsa, yeryüzü de öyle. Bırakın soğusun...

O soğurken, siz de gözünüzü doğaya çevirin ve hiçbir ayrıntıyı kaçırmayın. Film izlemek ve şarkı dinlemek serbest!



Yenik



Kurcalamıyorum artık eminim,
1-0 yenik başladım yaşamaya.
Ondandır, her gün lanet ediyorum;
Senin gülücükler saçtığın hayata.

02.08.2010

Karalamışım öyle...

Bir Roman Gibi Hayat



Bugün uzun zamandır blogu istemsiz bir şekilde ihmal ettiğimi farkettim ve yazma aşkı kabardı yine içimde. Nerden başlasam ne yazsam bilemiyorum ama size tatsız hayatımdan bahsedecek değilim şahsen. Zira, bloga en son yazı yazdığım tarihten beri hiçbir şey değişmedi hayatımda. Aynı tatsız, sıkıcı ve birbirinin aynı günler... İnsanlar hala iş yapabileceğime inanmıyorlar ki, bir seneyi aşkındır ortalıkta gezinip duruyorum. Herneyse...

Bu aralar yine romanlara sardım deli gibi. Yemek yemek, uyumak, temel ihtiyaçlar ve internete takıldığım nadir zamanlar hariç elimde kitabım geziniyorum evin içinde. Gözlerim kan çanağına dönüyor zaman zaman ama umrumda değil. Kaptırmışım bir kere kendimi romanın tesirine, üstelik çok da heyecanlıysa bırakmak çok zor. Az önce "Yeni Baştan" diye bir kitap bitirdim mesela, Menderes döneminde geçen bir hikaye. Geçmişe her daim özlem duymuş olan ben için harika oldu bu kitap. Ah o 60lar...

Kitabı bitirmemin akabinde, bir gece heyecanla roman yazmaya karar verdiğimi ve sayfalarca notlar aldığımı hatırladım. Ertesi gün uyandığımda ise, tüm heyecanı ve her şeyi unutmuş devam ediyordum hayatıma. Kitap macera idi, notlar hala o defterde duruyor kapağını bile açmadım. Bazen düşünüyorum, ben neden böyleyim? Çoğunlukla, bir şeyler yapmalıymışım da unutmuşum ya da hayata geç kalmışım hissi taşıyorum üzerimde. Harekete geçemiyorum bir türlü. Sanırım hayat beni zamanın birinde unuttu, hayat ilerliyor ama ben olduğum yerde sayıyorum.

Bugün düşündüm de hayatımda tek bir roman yazsam nasıl yazmak isterdim diye, olmazsa olmazlarını keşfettim bu romanın.

Bir kere, kesinlikle 60ların Türkiye'sinde geçmeli roman. O nostalji, o duygusallık, o naiflik... Sonra, o tüm zamanların en müthiş kıyafetleri - bana göre tabii-, muhteşem müzikler, insan gibi insanlar, İstanbul Türkçesi, kirlenmemiş boğaz, az katlı apartmanlar, temiz hava - temiz su, masum aşklar vs. vs.

Romanda İstanbul ve özellikle Büyükada ana mekanlardan olmalı. Olmazsa çıngar çıkartırım.

Piyano olsun, esas kız piyano çalsın mesela. Sonra tango yer alsın bir bölümde, piyano eşliğinde tango: Harika.

Esas kızla esas oğlan, tesadüf eseri tanışsınlar. İlk görüşte aşk olsun, sonra tesadüfen komşu olduklarını öğrensiler mesela, heyecanlansınlar. Geceleri gizlice bahçede buluşup ayı seyretsinler. Evet, olabildiğince klişe olsun benim romanım. Çünkü benim romanım bu, öyle istiyorum.

Esas oğlan subay olsun mesela, esas kız her sayfada o günün modasının farklı örneklerini taşırken, o tek bir üniforma ile tüm kitap boyunca dolaşsın etrafta. Tüm kızları kendine aşık etsin, ama sadece bizim esas kızı sevsin.

Kitabın bir bölümünde karakterlerden birisi Roma'ya gitsin mutlaka. Kitapta Roma ile ilgili bir bölüm olsun yani, olmazsa bastırmam o kitabı, valla bak. Kezban Roma'da misali bir bölüm olmalı.

Ev partileri olsun, sandalla mehtap gezileri olsun, bahçede fasıllar verilsin, kırk gün kırk gece düğünler tertiplensin, çocuklar bahçelerde ordan oraya koştursun, herkesin bir platonik aşkı olsun ama kimsenin içinde bir gram kötülük olmasın. Esas oğlanın tek derdi esas kızı mutlu etmek, esas kızın tek derdi de mutlu bir yuva olsun.

Sefalet olmasın romanda, kötü kadın falan da. Herkes her sayfada mutlu olsun, para derdi olmasın. Herkesin yüzü gülsün. Arka planda Erkin Koray, The Beatles, Tanju Okan şarkıları falan olsun sürekli. Ayrıca dans, dans, sabaha kadar dans :)

Ne güzel olurdu böyle bir roman yazsam, evet belki okunmazdı klişe olduğu için ama ben mutlu olurdum deli gibi. Aslında şimdi düşündüm de, benim derdim böyle bir romanı yazmak değil, böyle bir romanın kahramanı olmak sanki. Hayatım bu yazmayı planladığım roman gibi olsaydı, ne vardı sanki?



top