Zaman ve mutluluk üzerine


Zamanda yolculuk yapma şansım olsaydı sadece geçmişe giderdim. Özlediğim o kadar fazla an var ki. Mutluluk sanıldığının aksine bir süreç değildir, anlardan oluşur. Size en çok ne zaman mutluydunuz ya da en son ne zaman mutluydunuz diye sorsalar, anlardan bahsedersiniz süreçlerden değil. Tüm okul hayatım boyunca mutluydum diyebilir misiniz ya da tüm doğum günü partim boyunca? O çocuk size gülümsediğinde mutlusunuzdur, en yakın arkadaşınıza sarıldığınızda, pasta kesilirken, yüzük takarken... Kısa bir an... Bazen yaşarken farkında olmadığımız ama o anı sonsuza dek kaçırdığımızda ölesiye özlem duyduğumuz, bazen neden o kadar mutlu olduğumuzu bile anımsayamadığımız. Kendimi Maçka yokuşunu inerken anımsıyorum, Beşiktaş sahilde otururken, Alanya'da yıldızların altında kumsalda Beatles dinlerken, o en sevdiğim şarkıcının konserinde o şarkıyı dinlerken, aklıma düşen bir notu sokak ortasında defterime yazarken... Kısa kısa anlar.

Geçenlerde About Time filmine gitmiştim, sinemaya. Bilim Kurgu açısından eksikleri olan bir film ama duygu yoğunluğu açısından harika bir film. Anı yaşamak, anın tadını çıkarmak üzerine kurulu, hayatı sorgulatan bir film. Filmden çıktıktan sonra "Hayatım nereye gidiyor?" diye sorguluyorsunuz kendinizi bir süre. 

Daha fazla farkındalık lazım. Hayatın içinde boğulurken, görüş açımızın gittikçe azaldığının farkındayım ama yine de farkındalık lazım. En azından çabalamak.



Son olarak:

- Neden o aptal tavşan kostümünü giyiyorsun?
- Neden o aptal insan kostümünü giyiyorsun? (Donnie Darko)

Her şey görecelidir, mutluluk da ve hatta yaşam da.




Hayranlık uyandırıcı bir şeyler


Hayatta imkansız diye bir şey yoktur. Çoğunlukla hiç ummadığımız şeylere ya da kişilere içten içe ilgi duyarız. Bunun farkına vardığımızda kendi kendimizden dahi şüphe ettiğimiz olur. Misal, kendimizi "Asla yapmam!" dediğimiz şeylerin kıyısında gezinirken buluruz çokça. Yine, kafamızda bir profil dururken gider bu profile en uzak insana aşık oluruz. Peki neden tüm bu karmaşa? Neden bu bize tıpatıp benzeyen, çok yakınımızdakilere değil de hep uzaklardakilere erişmeye çalışmaca? Hani bir şarkı vardır: "Bazı şeyler için iyi olmak yetmiyormuş." diye, işte o hesap. İyi olmak, güzel olmak, akıllı olmak, mükemmel olmak, hatta mükemmel ötesi olmak vs. vs. bunlar hiçbir şey, olayın özü şu: Hayranlık uyandırmak. Yukarıdaki özelliklerden hiçbirisi sende olmasa bile eğer karşındaki kişiyi herhangi bir özelliğin ile kendine hayran bırakabiliyorsan, o kişi için bambaşka bir yerdesindir. Aşk dediğimiz şeyin özü de bu: Hayranlık uyandırmak. Herhangi bir kişinin herhangi ufak bir özelliğine hayran olmak kadar basit bir şey aşk: gülüşüne, ses tonuna, konuşmasına, ellerine, gözlerine, yürüyüşüne, bakışına, zekasına, bilgi birikimine, fiziğine, karakterine, kariyerine, gücüne, parasına... Bu cümleyi istediğiniz gibi devam ettirebilirsiniz, sonsuzlara gider. Yani siz mükemmel de olsanız, ağzınızla kuş da tutsanız, uçsanız da kaçsanız da karşınızdaki insan sizde hayranlık uyandıran bir şey göremiyorsa o insanın neden ilgisini çekemiyorum diye üzülmek boşuna. 




Zannettiğimizden daha basit bir matematik var anlayacağınız. Kafa tutması, iyi anlaşmak, çok sevmek, güzellik falan hepsini çöpe atın. Eğer karşınızdaki insanda hayranlık uyandıramamışsanız ya da uyandıramıyorsanız, uyandırmanın yollarını arayın.


top