Görünmez olmak


2015'te New York MoMA'da ve sonrasında 2016'da Londra Tate Modern'da rastladığım bir modern sanat videosu "How to become invisible?" (Nasıl görünmez olunur?) temalıydı. Hito Steyerl'in "How Not to Be Seen: A Fucking Didactic Educational.MOV File" isimli bu çalışmasında topluluklar içinde nasıl görünmez olunabileceği ile ilgili günümüz hayatını tiye alan örnekler bulunuyordu.

Örneğin 50 yaşın üzerinde bir kadınsanız ya da insan vücudundan öylece geçip giden bir wi-fi sinyali iseniz görünmezsiniz demektir. Güvenlikli sitenizde yaşıyor, güvenli arabanızla ev-iş arası mekik dokuyorsanız da aslında görünmezsinizdir. Bir resim olarak, ölü piksellere hapsolarak da görünmez olabilirsiniz. 

Piksel lafını duyunca gündelik hayatımızda nasıl da piksellere hapsolduğumuzu düşünerek gülümsemiştim. Şu günlerde herkes fark edilmek, duyulmak, anlaşılmak istiyor. Ama sorun şurada ki; bunu kendisi olarak değil de piksellere hapsolmuş bir suret olarak yapmak istiyor. Sureti aslına benzer mi? Aynadaki görüntümüz gerçek bizi yansıtır mı? Sosyal medyadaki biz aslında biz miyiz?

Sosyal medyayı ben de aktif kullanıyorum ama sosyal medya paylaşımlarımızla onaylanmayı beklemek bazen çok acıklı geliyor. Neredeyse bunun için yaşayan insanların varlığını görünce her seferinde neden bu denli şaşırıyorum bilmiyorum. Bir de story çılgınlığı çıktı ki sormayın gitsin. Zaten sürekli an be an yapılan paylaşımlar sabır sınırlarını zorlarken, şimdi de insanlar canlı yayın yapıyorlar, videolarını paylaşıyorlar. 

Gerçek bir anıyı yaşamaya vakit bulamadan kayda geçiyorlar, paylaşıyorlar. Eşlerini, sevgililerini ilk kez orada tanıyorlar. En alevli tartışmalara orada girişip, dünyanın en güzel hayatına sahip ve popüler insanı orada oluyorlar. Yine en iyi eş, en iyi anne de orada oluyorlar. En çok yine orada geziyorlar, en güzel orada yiyorlar.

Sokağa çıkmak lazım oysa ki, bir konseri canlı dinlemek, kitapçıları dolaşıp rastgele bir kitap sayfası açıp okumak. Çıplak gözle gökyüzündeki yıldızları izlemek, dalga seslerine kulak vermek lazım. İlk gördüğün anda karşındakinin ne kadar özel olduğunu sadece gözlerinden anlamak lazım. Dokunmak, sarılmak, öpmek lazım.

Mektup da yazmak lazım sonra, çok yakın bir gelecekte el yazısının sona ereceğinden korkuyorum. Anne Frank ve Van Gogh müzelerini gezerken en çok mektuplar etkilemişti mesela. Bizden geriye mektuplar kalmayacak korkarım ki. Böyle böyle görünmez oluyoruz, böyle böyle biraz daha ölüyoruz işte. Belki de çoktan görünmezizdir, bilemiyorum.






top