Kadın ve Erkek Tipleri



Hayatım boyunca etrafımdaki insanları gözlemlemeyi çok sevmişimdir. Günlük hayatlarında nasıl davrandıklarını, neye nasıl tepki verdiklerini, neyi neden sevdiklerini, kadın-erkek ilişkilerindeki tutumlarını... Bu gözlemlerim neticelerinde de çeşitli tespitlerim olmuştur. Bugün sizinle paylaşmak istediğim tespitim kadın-erkek ilişkilerindeki tutumlarına göre kadın ve erkek tipleri.

KADIN TİPLERİ

Bana göre kadınlar ilişkilerdeki tutumlarına göre 6'ya ayrılıyorlar. En azından benim etrafımda gözlemlediğim kadın tipleri 6 tane. Bunlar:


Hızlı Kadın Tipi
Bu kadın tipi adından anlaşılacağı üzere ilişkiler konusunda oldukça hızlıdır. Bugün onunla, yarın başkasıyla, ertesi gün ötekiyle gördüğünüz kadınlar hep bu tiplerden çıkar. Uzun zaman sürecek aşka ve duygusal birlikteliğe inanmazlar. Yüzeysel takılırlar ve sadece günü geçirirler, ciddi ilişkiler bunlara göre değildir. Anlık heyecanlar onları mutlu eder ve özel hayatlarında sürekli bir değişiklik bir yenilik ararlar. Gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirir bunlar. Hızlarına yetişmeniz imkansızdır. Gossip Girl dizisindeki Serena bu hızlı kadın tipine cuk oturmaktadır.


Şıpsevdi Kadın Tipi
Bu kadınlar iflah olmaz romantiklerdir. Her önüne gelene aşık olma potansiyelleri vardır ve her potansiyel sevgilileri için evlilik hayalleri kurarlar. Doğacak çocukları için isim arayışına girişen kadınlar hep bu tip kadınlardan çıkar. Bir adamla tanışır ve onunla ilgili hayaller kurar. Düğününün nasıl olacağını bile planlamaya başlar. Bu kadınlarda hızlı kadın tipinin aksine söz çok, icraat yoktur. Önüne gelene aşık olurlar ama genelde platonik takılırlar. Onu kolunda bir sevgiliyle görmeniz çok düşük bir olasılıktır, zira bu kadınlar hayallerindeki sevgilileriyle yaşarlar.


İstemem Yan Cebime Koy Tipi Kadın
Bu kadın tipi kendini ağırdan satmaya bayılır. Hayallerinin erkeği ile tanışır, yine de istemeyen tavırlar içine girer. O erkekle birlikte olmayı deli gibi istese ve içten içe eriyip bitse de istemez gibi tavırlar sergiler. Karşısındakine kolay kadın gibi görünmemek adına türlü nazlar yaparken, asıl amacı evliliğe giden basamakları uygun adımlarla tamamlamaktır. Bu kadınlara örnek olarak da Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım'ı vereceğim. Çetin Bey'le buluşmayı deli gibi isterken işim var diyerek onu reddedip kendini ağırdan sattığını hatırlayın.

Sultan Tipi Kadın
Bu tip kadınlar kendisine 10 metreden fazla yaklaşmış ve bir şekilde "Merhaba" deme hatasına düşmüş tüm erkeklerle hızlı bir şekilde yakın arkadaşlık kurma konusunda madalya sahibidirler. Bu yakın muhabbetler daha sonra flörtleşmelere döner. Bu tip kadınlara sultan tipi kadın dememin nedeni kendilerine harem kurmaya bayılmalarıdır. Çok güzel bir ilişkileri olsa dahi yine de etrafındaki erkeklere mavi boncuk dağıtmaktan adeta haz alırlar. Tüm erkekler benim olsun, herkes yedekte bulunsun, bir gün elbet lazım olur kullanırım mantığındadırlar. Yedi Kocalı Hürmüz en büyük temsilcilerindendir.

Zor Kadın Tipi
Bu kadınlar bilgi ve kültür birikimlerine bağlı olarak çok zor beğenirler. Kapılarına gelen her karşı cinse bir bahane bulurlar. Üzümün çöpü armudun sapı durumları daima bu kadınlara hastır. Çok zor beğenirler ve çok zor ikna olurlar. Kalplerini kazanmak ve gönüllerini çelmek cidden çok zordur. Genellikle 29'unda ya da 30'unda, neden sonra evlenen kadınlar bunlardır. Çünkü o yaşa gelip, ancak istediği gibi birini bulabilmiştir. Ama ne istediğini bildiği için, istediğini elde ettikten sonra mutlu bir hayat sürme olasılığı çok yüksektir bunların. Bu kadın tipine en uygun örnek Aşk ve Gurur'daki Elizabeth Bennet.

XS Kadın Tipi
Erkeklerle ilişkiyi bir türlü beceremeyen, her seferinde çuvallayan ve çuvallamaya mahkum kadın tipidir. Aslında gerçek anlamda bir ilişki isteyip istemediği bile belli değildir. Sürekli saçmalıklar çıkarır, karşısındaki deli eder, erkeğe hayatı zindan eder. Ne istediği belli değildir, istekleri bitmez. Hiçbir şeyden tam anlamıyla tatmin olmaz. İlişkide kendisi de mutsuz olur, karşısındakini de mutsuz eder. Bu nedenle erkeklere bir kaç beden küçük gelir, erkekleri resmen boğar. XS kadın tipi dememin nedeni bu. Bu tutumunu gören erkekleri etrafından uzaklaştırır ve sonunda yalnız kalır. Zaten bu kadın tipi yalnız kalmaya mahkumdur. Hiç evlenmeyen ya da evlense de hemen boşanıp yalnız kalan kadınlar hep bu tipten çıkarlar. Yaprak Dökümü dizisindeki Ferhunde en iyi örnektir.



ERKEK TİPLERİ

Erkekler bana gücenmeyin ama sizi ancak 3'e ayırabildim. Çünkü bana göre kadın-erkek ilişkilerinde aklını daha çok kullanan taraf kadınlar. Siz erkekler genelde duygularınıza kapılıp, kadınlar tarafından yönetilmeyi seçiyorsunuz.

Kolay Aldanan Erkek Tipi
Kadınların tavlamak için türlü oyunlarına, akıl çelmelerine, cilvelerine hemen inanıp kanan erkektir. Bir kadın bu erkek tipini kendine aşık etmeye karar verdiyse işi çok kolaydır. Çünkü zaten bu erkek tipi baştan karşısındakine inanmaya şartlandırmıştır kendisini. Kolay aldandıkları için kolay aşık olurlar, aşıkların en aptalı olurlar. Sevgilileri için uçan, kaçan, Roma'yı yakan tipler genelde bunlardır. Kolay aldandığına bağlı olarak, çok zor ayarlar. Daha sonra kafalarını çok taşlara vururlar ama iş işten geçmiştir. Her defasında yine aynı hataya düşmekten geri kalmazlar. Aşk-ı Memnu'daki Ednan Bey favori kolay aldanan erkeğim.

Zor Aldanan Erkek Tipi
Bu erkekler dişilerin türlü oyunlarına gözlerini kapatıp, kulaklarını tıkayabilen erkeklerdir. Genelde ciddi ve ağır abi takılırlar. Aşkından ölse de, ay gidip sevdiğime şebeklik yapıyım, serenat yapıyım moduna asla girmezler. Karşısındaki kadını tanımak için belli bir zaman geçmesini beklerler, asla olaya bodoslama dalmazlar. Dışardan bakılınca kapalı bir kutu gibi göründükleri için kadınların daha çok ilgisini çekerler orası ayrı. Karar verirken duygularının yanında mantıklarına da kulak vermeye çalışırlar ve bu sayede daha doğru kararlar alabilirler. Genelde doğru insanı bulma ve mutlu olma olasılıkları yüksektir ama biraz sabır lazımdır. Aşk ve Gurur'daki Mr. Darcy en önemli temsilcilerinden.

Aldatan Erkek Tipi
Bir de bu tip erkekler var ne yazık ki, tıpkı kadınlarda sultan ve hızlı tipler olduğu gibi. Bu erkekler genelde tek eşliliğe inanmazlar ya da inansalar dahi hormonlarına söz geçiremezler. Ne kadar düzgün bir ilişkileri, mutlu bir hayatları, güzel bir sevgilileri olsa dahi mutlaka dışarıda başka bir heyecan ararlar. Dönüp dolaştıkları yer yine kürkçü dükkanıdır genelde ve çekirge bir sıçrar iki sıçrar üçüncüde yakalanır misali kaçınılmaz sonları da bellidir, ama yine de kendilerine engel olamazlar. Sonunda hem kendileri üzülürler hem de karşılarındakini üzerler. Behlül diyelim buna da tam olsun.

Resimler: Slovly

Sonbahar



Yine bir sonbahar geliyor... Usul, usul... farkettirmeden kendisini, konuverecek tepemize, günlerimize... Bazılarımız üzülecek kuşkusuz, bazılarımız ise tarifsiz mutluluk yaşayacak, benim gibi...

Hayatım boyunca etrafımdaki insanların büyük çoğunluğu yaza taparken, ben kendimi bildim bileli sonbahar aşığıyımdır. Çocuklar gibi mutlu olurum sonbahar gelince, özellikle Eylül'de... En sevdiğim ay olan Eylül'de... Günbatımları, hafif meltemler, serin akşam üzerleri, yerlere dökülmüş sarı yapraklar...

Şu yaşıma geldim, hala sonbaharda yerdeki sarı yaprakları görünce yapraklara basıp o sesi duymak için, çocuklar gibi sekerek yürüyorum.
Yaz ve kış aşırı uçlar, kutuplar bana göre. Sonbaharsa, onların arasında kalmış ılımlı geçiş mevsimimiz. Bana mı benziyor ne? Yazın aşırı sıcaklarından kurtuluş, rahata erme...

Yaz başıboş yaramaz bir çocuk. Çılgınlar gibi nerde akşam, orda sabah gezdiğimiz bir dönem. Eylül'ün başlamasıyla ise bir düzen, bir disiplin geliyor hayatlara özlediğimiz.

Aynı zamanda yeni başlangıçlar demek sonbahar... Yeni okullar, yeni işler, yeni arkadaşlıklar, dostluklar, aşklar. Yeryüzündeki insanların büyük çoğunluğu ilk ve son aşkını ilk kez sonbaharda tanımıştır, malum başlangıçlar olduğundan dolayı. Bundandır özel olması belki de...

En güzel şarkılar sonbaharda yapılırlar. Yaz şarkıları gelip geçici olmaya mahkumdur, sezonluktur popülariteleri. Oysa sonbahar şarkıları özenle yapılır, bir ömür boyu dinlenir.

Fırından çıkıp soğumaya bırakılan pasta gibidir yeryüzü sonbaharda, pasta nasıl ki soğuyunca daha lezzetli oluyorsa, yeryüzü de öyle. Bırakın soğusun...

O soğurken, siz de gözünüzü doğaya çevirin ve hiçbir ayrıntıyı kaçırmayın. Film izlemek ve şarkı dinlemek serbest!



Yenik



Kurcalamıyorum artık eminim,
1-0 yenik başladım yaşamaya.
Ondandır, her gün lanet ediyorum;
Senin gülücükler saçtığın hayata.

02.08.2010

Karalamışım öyle...

Bir Roman Gibi Hayat



Bugün uzun zamandır blogu istemsiz bir şekilde ihmal ettiğimi farkettim ve yazma aşkı kabardı yine içimde. Nerden başlasam ne yazsam bilemiyorum ama size tatsız hayatımdan bahsedecek değilim şahsen. Zira, bloga en son yazı yazdığım tarihten beri hiçbir şey değişmedi hayatımda. Aynı tatsız, sıkıcı ve birbirinin aynı günler... İnsanlar hala iş yapabileceğime inanmıyorlar ki, bir seneyi aşkındır ortalıkta gezinip duruyorum. Herneyse...

Bu aralar yine romanlara sardım deli gibi. Yemek yemek, uyumak, temel ihtiyaçlar ve internete takıldığım nadir zamanlar hariç elimde kitabım geziniyorum evin içinde. Gözlerim kan çanağına dönüyor zaman zaman ama umrumda değil. Kaptırmışım bir kere kendimi romanın tesirine, üstelik çok da heyecanlıysa bırakmak çok zor. Az önce "Yeni Baştan" diye bir kitap bitirdim mesela, Menderes döneminde geçen bir hikaye. Geçmişe her daim özlem duymuş olan ben için harika oldu bu kitap. Ah o 60lar...

Kitabı bitirmemin akabinde, bir gece heyecanla roman yazmaya karar verdiğimi ve sayfalarca notlar aldığımı hatırladım. Ertesi gün uyandığımda ise, tüm heyecanı ve her şeyi unutmuş devam ediyordum hayatıma. Kitap macera idi, notlar hala o defterde duruyor kapağını bile açmadım. Bazen düşünüyorum, ben neden böyleyim? Çoğunlukla, bir şeyler yapmalıymışım da unutmuşum ya da hayata geç kalmışım hissi taşıyorum üzerimde. Harekete geçemiyorum bir türlü. Sanırım hayat beni zamanın birinde unuttu, hayat ilerliyor ama ben olduğum yerde sayıyorum.

Bugün düşündüm de hayatımda tek bir roman yazsam nasıl yazmak isterdim diye, olmazsa olmazlarını keşfettim bu romanın.

Bir kere, kesinlikle 60ların Türkiye'sinde geçmeli roman. O nostalji, o duygusallık, o naiflik... Sonra, o tüm zamanların en müthiş kıyafetleri - bana göre tabii-, muhteşem müzikler, insan gibi insanlar, İstanbul Türkçesi, kirlenmemiş boğaz, az katlı apartmanlar, temiz hava - temiz su, masum aşklar vs. vs.

Romanda İstanbul ve özellikle Büyükada ana mekanlardan olmalı. Olmazsa çıngar çıkartırım.

Piyano olsun, esas kız piyano çalsın mesela. Sonra tango yer alsın bir bölümde, piyano eşliğinde tango: Harika.

Esas kızla esas oğlan, tesadüf eseri tanışsınlar. İlk görüşte aşk olsun, sonra tesadüfen komşu olduklarını öğrensiler mesela, heyecanlansınlar. Geceleri gizlice bahçede buluşup ayı seyretsinler. Evet, olabildiğince klişe olsun benim romanım. Çünkü benim romanım bu, öyle istiyorum.

Esas oğlan subay olsun mesela, esas kız her sayfada o günün modasının farklı örneklerini taşırken, o tek bir üniforma ile tüm kitap boyunca dolaşsın etrafta. Tüm kızları kendine aşık etsin, ama sadece bizim esas kızı sevsin.

Kitabın bir bölümünde karakterlerden birisi Roma'ya gitsin mutlaka. Kitapta Roma ile ilgili bir bölüm olsun yani, olmazsa bastırmam o kitabı, valla bak. Kezban Roma'da misali bir bölüm olmalı.

Ev partileri olsun, sandalla mehtap gezileri olsun, bahçede fasıllar verilsin, kırk gün kırk gece düğünler tertiplensin, çocuklar bahçelerde ordan oraya koştursun, herkesin bir platonik aşkı olsun ama kimsenin içinde bir gram kötülük olmasın. Esas oğlanın tek derdi esas kızı mutlu etmek, esas kızın tek derdi de mutlu bir yuva olsun.

Sefalet olmasın romanda, kötü kadın falan da. Herkes her sayfada mutlu olsun, para derdi olmasın. Herkesin yüzü gülsün. Arka planda Erkin Koray, The Beatles, Tanju Okan şarkıları falan olsun sürekli. Ayrıca dans, dans, sabaha kadar dans :)

Ne güzel olurdu böyle bir roman yazsam, evet belki okunmazdı klişe olduğu için ama ben mutlu olurdum deli gibi. Aslında şimdi düşündüm de, benim derdim böyle bir romanı yazmak değil, böyle bir romanın kahramanı olmak sanki. Hayatım bu yazmayı planladığım roman gibi olsaydı, ne vardı sanki?



Dokuz kişilik tipi



Dün Hürriyet gazetesinin İK ekinde oldukça ilgimi çeken bir yazı okudum. Yazıya göre; dünya üzerindeki tüm insanların tamamen birbirinden farklı kişilik özellikleri olsa da; temel olarak bir insanı ele aldığımızda, o insanın  özelliklerinin çoğunun uyduğu sadece bir kişilik tipi mevcutmuş. Araştırmacılar; bu kişilik tiplerini dokuz gruba ayırmışlar ve ne kadar marjinal bir karakter de olsanız, mutlaka ve mutlaka bu tiplerden birine dahil olmanız gerektiğini ispatlamışlar. Kişilik tiplerini inceleyen bu metodolojiye "enneagram" diyorlarmış.

İlgi çekici olduğunu düşündüğüm bu yazının bir kısmını gazetedeki hali ile aşağıda sizlerle paylaşmaya karar verdim:

"Enneagram üzerine çalışmalar yapan Mario Sikaro bu yöntemle şirketlerde çalışanların kişilik özelliklerinin tespit edilip, sonuçlara göre davranılacağını söylüyor.

Enneagram dünyayla etkileşim halinde olan dokuz farklı tipi anlatıyor. İnsanları dünyaya bakış açılarına, dünyayı algılayıp tepki verme şekillerine göre dokuz farklı kişilik tipine ayırıyor. Eneagram tiplerinin her birinin, kendine özgü güzellikleri ve farklılıkları var. Hiçbir tip diğerinden daha üstün değil. Her kişilik tipinin dünyaya bakış açısı farklı. Olayları kendi bakış açılarından algılıyor, değerlendiriyor ve tepki veriyorlar. 

Hangi tipteki insan hangi mesleği yapmalıdır gibi bir ayrımın olmaması gerektiğini belirten Sikora, ancak bazı mesleklerin belli özellikler gerektirdiğini söylüyor: Tip 4, yani özgün olanlar genelde yaratıcılık isteyen mesleklerde görülüyor: müzisyen, sanatçı, ressam gibi. Mühendisler, bilim alanında çalışanlar, yazılım geliştiriciler ise 5. tipe daha uygunlar. Tip 5'tekiler insanlarla iletişim kurmaktan çok, fikirlerle iletişim kurmayı tercih ederler.

İşte Enneagram'ın Dokuz Kişilik Tipi:

Tip1 - Mükemmeliyetçi:
Doğru olanı yapmak, kendilerini ve çevrelerindeki kişileri geliştirmek için çok çalışırlar. İç sesleri onlara mükemmel olduğunu söyleyene kadar o iş üzerinde çalışırlar. Başkalarının da bu şekilde çalışmalarını beklerler. Güçlü yönleri; kalite odaklı, disiplinli, detaycı, planlı öğretici olmaları. Zayıf yönleri; eleştirel, savunmacı, esnek olmayan, sabırsız, önyargılı olmaları.

Tip 2 - Yardımsever:
İhtiyaç duyulan kişi olmaktan, insanlarla ilgilenmekten ve onlara yardım etmekten hoşlanırlar. İlişkilere çok önem verirler. Kendi ihtiyaçlarının farkında olmazlar. Aşırı fedakardırlar. Güçlü yönleri; empatik, iyi dinleyici, arkadaş canlısı, anlayışlı olmaları. Zayıf yönleri; alıngan, sahiplenici, aşırı duygusal, sitemkar, aşırı fedakar olmaları.

Tip 3 - Başarı Odaklı:
Hedeflerine ulaşmak için çok çalışırlar. Kaynaklarını verimli bir şekilde organize edip düşüncelerini uygulamaya geçirmekte çok başarılıdırlar. Statüye ve imaja çok önem verirler. İşlerinde duygularını bir kenara bırakırlar. Kariyerleri her şeyden önce gelir. Güçlü yönleri; üretken, sonuç odaklı, çalışkan, azimli olmaları. Zayıf yönleri; rekabetçi, işkolik, ben merkezci olmaları.

Tip 4 - Özgün:
Farklı ve özel olmaktan hoşlanırlar. Olaylara alışılmadık ve yaratıcı bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Kendilerine özgü bir güzellik anlayışları vardır. Ruh durumları ani değişiklikler gösterebilir. Güçlü yönleri; ağırbaşlı, kibar, özgün, yaratıcı olmaları. Zayıf yönleri; melankolik, karamsar, değişken ruh hali içinde, hassas olmaları.

Tip 5 - Araştırmacı:
Bilgi toplamaya, öğrenmeye ve çevrelerinde olup bitene odaklanırlar. Sebep-sonuç ilişkileri kurmada ve problem çözmede başarılıdırlar. Yalnız kalmaktan hoşlanırlar. İnsanlarla belirli bir duygusal mesafe isterler. Güçlü yönleri; objektif, serinkanlı, mantıklı olmaları. Zayıf yönleri; ketum, mesafeli, münakaşacı olmaları.

Tip 6 - Sorgulayıcı:
Her şeye şüpheyle yaklaşırlar. Problemi önceden görüp önlem almaya çalışırlar. Güvenlerini kazanmak çok zordur. Sorumluluk sahibi, sadık ve işbirliğine açıktırlar. Güçlü yönleri; tedbirli, sorumluluk sahibi, sadık olmaları. Zayıf yönleri; şüpheci, endişeli, kötümser, katı, iğneleyeci olmaları.

Tip 7 - Maceracı:
Bardağın hep dolu tarafını görürler. Bir işi bitirmeden diğerine başlayabilirler. Yerlerinde duramaz, hızlı hareket eder ve hızlı düşünürler. Eğlenceye odaklıdırlar. Güçlü yönleri; coşkulu, iyimser, yeniliklere açık olmaları. Zayıf yönleri; hiperaktif, maymun iştahlı, patavatsız, uçarı olmaları.

Tip 8 - Meydan Okuyan:
Güçlü olmaktan, kontrolü elinde bulundurmaktan ve etki bırakmaktan hoşlanırlar. Kararlıdırlar. İnisiyatif alırlar. Akıllarına geleni söylerler ve öfkelerini dışa yansıtırlar. Güçlü yönleri; iş bitirici, koruyucu, zorluklara dayanıklı olmaları. Zayıf yönleri; baskın, agresif, uzlaşmaz, korkutucu olmaları.

Tip 9 - Barışçı:
Uyum içinde yaşamak ve huzurlu olmak her şeyden önemlidir. Yargılamazlar. Her durumda olumlu ve olumsuz yönü görüp değerlendirmek isterler. Karar verdikten sonra değiştirmemekte inat ederler. Güçlü yönleri; uyumlu, huzurlu, sakin olmaları. Zayıf yönleri; üşengeç, kararsız, inatçı, ilgisiz olmaları."


Bahsettiğim yazı bu şekilde. Yazıyı okuduktan sonra sizin de benim gibi az çok hangi kişilik tipine uyduğunuzu tahmin etmeye çalıştığınızı düşünüyorum. Her insan kendisini çok iyi tanır, fakat yine de emin olamıyorsanız aşağıdaki linke girip ordaki bedava online testi yaparak testin sonucunda hangi kişilik tipine uyduğunuzu öğrenebilirsiniz.


Bakalım siz hangi kişilik tipine uygun çıkacaksınız? Şimdiden merak ediyorum.

Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak!



Teknoloji hayatımıza girdi mertlik bozuldu sevgili blogseverler. Bu mertliği bozan başlıca teknoloji araç-gereçleri ise; facebook, msn messenger, twitter, linkedin, friendfeed ve türevleri. Bu ve benzeri internet araçlarına, sitelere milyonlarca insan kayıtlı ve hergün yüz binlerce aktif kullanıcı bu araç-gereçleri kullanıyor. Bu açıdan sosyal paylaşım siteleri ile dev bir endüstri oluşmuş durumda, biz saf niyetlerle bu siteleri kullanırken hergün bu site sahipleri tonlarca parayı ceplerine indiriyorlar.

Ne diyordum ben? Eveet...teknoloji hayatımıza girdi mertlik bozuldu. Artık aşklar bile eskisi gibi başlayıp, yaşanıp, eskisi gibi bitmiyor. Eskiden insanlar tesadüfen bir yerde gördüğü birisinden hoşlandı mı, öncelikle uzaktan uzaktan seyreder, her haline hareketine bir anlam yüklemeye çalışırdı. İsmini öğrenmek için kırk takla atardı. Nerede oturduğunu, nasıl bir aileye sahip olduğunu görebilmek için gizli gizli takip ederdi eve giderken. Nelerden hoşlandığını, nasıl şeyleri sevdiğini öğrenmek için onun arkadaşları ile kanka olmak içinden elinden geleni yapar ve sonra da arkadaşlarının ağzını arardı. Tüm bu çabaların ardından kendini kabul ettirebilmek için de çok çaba harcar. Ardından sevgili olundu mu da, onunla konuşabilmek için ev telefonunu çaldırdığında telefona onun çıkması için dualar ederdi.

Oysa şimdi öyle mi? Bir insanın hoşlandığı kişinin her şeyini öğrenmesi için sadece adını soyadını bir şekilde öğrenmiş olması yeterli. Akabinde, linkedin'e girip tam olarak ne iş yaptığını öğrenebilir. Twitter'da takip ederek nerelere gittiğini, neler yaptığını, neler yapmaktan hoşlandığını görebilir. Blogu varsa, blogunu okuyarak ilgi alanlarını keşfedebilir. Muhabbet biraz ilerlemiş ve eğer tüm cesaretini de toplamışsa, o kişiyi facebook'ta ekleyerek arkadaş çevresi hakkında daha geniş bilgiler edinebilir. Fotoğraflarına bakıp nasıl bir hayatı olduğunu ve ailesini görebilir, aynı zamanda mesajlarla da muhabbetti daha da ilerletebilir. Eğer bu muhabbet de msn messenger konuşmalarıyla devam ederse artık kişi hedefine ulaşmış sayılabilir. Gerisi insanın kendisine kalmış bir şey: telefon ve diğer detaylar.

Sizi bilmem ama ben teknolojiyi tam olarak sevip sevmediğime bir türlü karar veremiyorum. Her şeye rağmen sanırım eski teknolojisiz günler daha güzeldi. Ama şu bir gerçek ki: sevsek de sevmesek de artık ne yapsak da tam olarak teknolojiden kopamıyoruz. Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak!


Senin Burcun, Benim Burcum, Hepimizin Burcu :)



Hangi burç mu? Tabii ki de oğlak burcu.

Tamam burcumuzun çok değerli olduğunu savunurduk hep ve ileride tüm dünyayı oğlak burcu yapmak gibi emellerimiz vardı. Ama Türkiye'deki insanların en fazla bu burca mensup olduğunu görünce gerçekten küçük çaplı bir şaşkınlık yaşadım. Kim bilir belki de etrafta çok fazla oğlak olması pek de memnun olunacak bir şey değildir. Ne de olsa nadide olmak güzel.

Son nüfus sayımında burçlara göre nüfus şu şekildeymiş efendim:

Koç - 6.304.041
Boğa - 6.336.049
İkizler - 5.646.499
Yengeç - 7.964.783
Aslan - 5.204.819
Başak - 5.628.562
Terazi - 5.302.047
Akrep - 4.514.785
Yay - 4.206.969
Oğlak - 10.041.392
Kova - 6.499.345
Balık - 7.170.373

Ben yine de bu işte bir bit yeniği olduğunu düşünüyorum. Çünkü etrafımda o kadar çok oğlak görmedim hayatım boyunca, aksine sürekli ikizler burcu kişilere çatıyorum.

Türkiye'de bu kadar çok oğlak olmasının nedeni; sakın anne-babaların çocuklarının nüfus kağıdını genellikle 1 Ocak'ta çıkarıyor olması olmasın? 1 Ocak oğlak burcuna dahil olduğu için, o insanların hepsinin oğlak burcundan olması da kaçınılmaz tabi ki de.

Yukarıdaki teorim doğru değilse bile ben bu işin arkasını kovalayacağım. Öyle körü körüne kabullenmemek lazım bu olayı. :)

Siz ne düşünüyorsunuz?

Geçmiş, Biraz Romantik Komedi Tadında



Merhaba Sevgili Geleceğe Mektup'çular,

Bildiğiniz üzere acısıyla tatlısıyla 2009 yılını da ardımızda bıraktık ve hatta ardımızda bırakalı neredeyse koskoca bir ay olacak bile. Az önceki cümleyi yazarken günlerin ne kadar da çabuk geçtiğine bir kez daha şaşırdım. Koskoca bir ay... Koskoca bir ay diyorum ama ya o geçirdiğimiz koskoca yıllara ne demeli? Ben şahsen 2000 yılına girişimizi dün gibi hatırlıyorum. Herkes büyük bir telaş içerisindeydi: Yok efendim bilgisayar sistemleri çökecekmiş, dünyanın sonu gelecekmiş, hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış falan... Sonuç: 2000 geldi geçti bize hala bir şey olmadı. Darısı 2012'ye ne diyim.

Yeni bir bin yıla, milenyuma girdiğimiz gibi; bu yeni bin yıla girişimizin üzerinden de koskoca 10 yıl geçti. Bu 10 yılda neler olmadı ki? Eminim hepiniz, bu konu nereye gidicek böyle depresif depresif; yakında mezarlardan, ölümden falan bahseder bu catcher diyorsunuzdur. Ama ben olayı tamamen alakasız bir yere, modaya bağlayacağım hiç kusura bakmayın.

Az önce bir internet sitesinde son 10 yılın galalarda vs. giyilmiş en iyi elbiseleri ile ilgili haberi inceledim. Gerçekten harika elbiseler var. Özellikle şunlara dikkat çekmek isterim:




İlk fotoğrafta, Diane Lane Oscar de la Renta elbisesiyle; ikincisinde Kristin Davis Prada elbisesiyle ve üçüncü fotoğrafta ise Rachel Weisz Vera Wang elbisesiyle görülüyor. Son 10 yılın en iyi elbiseleri içerisinde bayağı bir elbise gördüm ama bu üçü kadar güzeline rastlamadım açıkçası. Hanımlar bu işi biliyorlar ne diyim. Sizce de öyle değil mi?

Bugünkü internet gezintim sonucunda bir adet de ilginç ve bir o kadar da geyik bir test yaptım kendime. Test, "Romantik komedide rolünüz ne olurdu?" diye bir test. Verdiğim cevaplar tamamen anlık ve biraz da geyik icabı idi ama tüm bu geyiklere rağmen sonuç bir felaket çıktı.

Evet sevgili okurlar; test beni romantik komedi'de "ışıkçı" olmaya layık gördü. Neyse kaderde bu varsa çekicez ne yapalım? :)))

Teste ulaşmak isteyenler, aşağıdaki linke tıklayabilirler:

Sizin sonuçlarınızı da çok merak ediyorum açıkçası...

Hayat O Kadar Zor mu?


Evet, hatta o kadardan da daha zor olduğunu düşünüyorum bazen. O kadar zor ki, o kadar yani...


Keşke aklıma estikçe en güzel ve en hafif giysimi giyip çıksam sokaklara, birileri bana renkli bir dünya boyasa mutlu mesut yaşayıp gitsek sonra da. Ne yazık ki bu aralar onlara(!) benzemediğim için oyundan sık sık atılmaktayım. Ben en son üzerimde mavi elbisem kalakalmıştım öyle, hala da oralardayım sanırım. Neyse en azından mavi en sevdiğim renk :)


Ben hayatım boyunca hata yapmaktan çok korkan bir insan olmuşumdur, bunun en önemli nedeni de çevremdeki insanların benimle ilgili fikirlerini biraz fazla önemsemem galiba. Evet belki başkalarına karşı hatalar az oluyor bu şekilde davranınca, peki ya kendime karşı yaptığım hatalar? Bir insanın kendine ettiğini başka hiç kimse edemezmiş diye bir söz var ya anonim, valla doğru söze ne denir? Bu aralar kendime karşı yaptığım hatalar bini aştı, tren artık çoktan raydan çıktı. Hiçbir şey istediğim gibi olmuyor ne yazık ki. ama hala deli gibi hata yapmaktan korkuyorum. Keşke o bildik şiirin sözlerine azıcık da olsa kulak verebilsem:


"Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım."


Hata yapmayacağız derken hayatı kaçırıyoruz sanırım. Bari hata yapıyoruz, hep aynı hataları yapmasak da azıcık renk, yenilik gelse hayatımıza değil mi ama???


 

Yukarıdaki fotoğrafı çok eskiden bir web sitesinde görmüştüm, sizce de ana tema güzel değil mi? hep birbirinden farklı hatalar yap ve mutlu yaşa :D


Ben şahsen bundan sonra hep değişik hataları denemeye çalışacağım, size de aynısını yapmanızı şiddetle öneririm. Kalın sağlıcakla...





Az önce e-kolay.net'ten gelen bir e-posta ilgimi çekti. Genelde bu tarz mailler mail kutuma oldukça fazla gelir, ancak gerek sayıları fazla olduğundan gerekse de hepsini okumaya vakit bulamadığımdan okumadan geçerim. Ama bu kez şans eseri maili okudum ve ilgili linke tıkladım, sonuçta gerçekten de ilgi çekici bir haber olduğuna karar verdim.

Haberde bir insanın hayatında doğru insanı bulma olasılığının 285.000'de 1 olduğundan bahsediliyor. Evet... yanlış duymadınız, oran bu şekilde.

İlgilenenler ilgili habere aşağıdaki linkten ulaşabilir:

http://www.ekolay.net/kadin/ana_detay.asp?PID=365&HaberID=679365

Ben bu haberi okuduktan sonra, şansımızın bu kadar az oluşuna üzülsem mi yoksa dünyada yalnız olmadığımız için sevinsem mi bilemedim açıkçası.

Yorumu size bırakıyorum...


top