Huzurum kalmadı fani dünyada


2017'ye sayılı günler kala yeni yıldan en büyük dileğim huzur olacak galiba. Ülkenin durumu malum. Gezmeyi seven, ne olursa olsun dışarı çıkmaktan geri durmayan bir genç olarak, ne yaparsam yapayım, nereye gidersem gideyim huzur bulamıyorum bir türlü.

İstanbul'a ilk okumaya geldiğim yıllarda en fazla kapkaççıdan korkardık. Annem dışarıda insanlara dikkat et diye sıkı sık tembihlerdi. Şu an tek parça halinde evlerimize dönebilirsek halimize şükrediyoruz. Ne zaman telefonla konuşsam annem "Aman ha kızım dikkat et." der. Bense "İyi de anne nasıl dikkat edeceğim ben?" diye haklı olarak karşı argümanlarımı sıralarım. Ne zaman nerede ne olacağı belli değil. Ne yapayım sokağa mı çıkmayayım, kendimi evde fanusa mı kapatayım, bitkisel hayata mı gireyim ne yapayım? Neyse ki (!) geçen hafta Kayseri'de annemlerin burnunun dibinde de bir bomba patladı da meselenin dikkat etmekle çözülemeyeceğine bir parça olsun ikna olabildiler sevgili ailem. 

Artık arkadaş sohbetlerinde şöyle muhabbetler dönüyor misal: "Benim dibimde bomba patlayacaksa yaşamayayım, acısız olsun hemen öleyim." Arkadaş buluşması için mekan seçmeye çalışıyoruz. En güvenli neresiyse orası olsun diyoruz. Neresiyse orası artık, neyse. Bağdat Caddesi civarında karar kılıyoruz. "En güvenli yer orası, en fazla kaldırımda giderken ezerler." diyoruz. 

Beşiktaş benim öğrenciliğimin geçtiği, İstanbul'daki en sevdiğim yerdir. Artık gitmeye, hatta oradan geçmeye korkuyorum. Beşiktaş patlaması olduğunda Londra'daydık. Bir an "Bizim Türkiye'de can güvenliğimiz yok," diye İngiltere'ye iltica etmeyi düşünmedik desem yalan olur. Yine de "God save the queen!", neyse...

Park halindeki arabaların yanından geçerken korkuyorum. Sakallı, cübbeli, çarşaflı insanlarla karşılaştığımda tedirgin oluyorum. Polis merkezleri, karakollar her daim patlamaya hazır bir halde bekliyorlar gibi geliyor bana. Öyle bir psikoloji bozulması.

Geçen Harbiye'den Taksim'e yürüyelim dedik arkadaşla. Baktım ortalık karanlık, etraf ıssız, ben yan çizdim. Canımıza mı susadık, yürü dedim bir taksi bulalım öyle gidelim Taksim'e. (İstanbul'da taksilerin ne derece güvenilir olduğu da başka bir yazının konusu olsun.) Taksim ki öğrencilik zamanlarında gece geç saatlere kadar takılıp, rahatça yurda dönebildiğimiz bir yer. Avrupa'da bir şehirde olsa tek başıma bile korkmadan yürüyebileceğim bir yolu kendi ülkemde arkadaşımla yürüyemiyorum korkumdan. Ya tinerci varsa, ya tecavüzcü varsa, ya ertesi gün üçüncü sayfalara konu olursak.

Nişantaşı'nda tanıtım yapan genç bir çocuk yalvar yakar bir güzellik polikliniğinin kartını elime tutuşturdu. Polikliniğe kadar gidip bilgi alırsam kendisinin prim kazanacağını söyledi. Arkadaşımı bekliyordum, vaktim vardı. Hadi dedim, gidelim bakalım. Poliklinik burnumun dibi ama gidene kadar beynimden binbir düşünce geçti: şimdi bu çocuk beni eterle bayıltırsa, ya götürdüğü yer başka bir yerse, ya benimle ilgili haberleri gazetede okuyan insanlar "Kıza bak aptal mıymış, neden güvenip de çocuğun peşine takılmış?" derlerse. "Gerizekalı mıyım ben, ne işim var burada?"

Bu gidişle kendimi gerçekten fanusa kapatmam yakındır, ya da kafama bir huni. Ülkeye gelince, son bilmemkaç yıldır hiç olmadığımız kadar mutluymuşuz. Kaynak mı? Onu da siz araştırıverin bir zahmet.






0 yorum var :):

Yorum Gönder

top