Sevgi emek-ti.





Selvi Boylum Al Yazmalım'daki şu meşhur repliği hepiniz hatırlarsınız: "Sevgi neydi? Sevgi iyilik, dostluktu. Sevgi emekti." Evet sevgi emekti, ama bir zamanlar öyleydi yani sevgi emek-ti. Günümüz dünyasında ne yazık ki artık sevginin emekle iç içe olduğu ilişkiler göremiyoruz. İnsanlar karşılarındakine emek vermekten kaçınıyorlar itinayla. Kendileri karşısındakilerden alabildikleri kadar fazla şey almaya çabalarken, verebildikleri kadar az şey verme gayretindeler. Materyalist dünyanın dibine dibine indikçe, daha da artıyor emek yoksunluğu. İnsan kendisini ne kadar kurtarmaya çalışsa da, materyalizm daha da etkisi altına alıyor bünyeleri. Ne yazık ki durum benim için de aynı, her ne kadar bu durumdan şikayetçi olsam da.

Oldum olası eski filmleri izlemeyi, eski kitapları okumayı çok severim. Eski hayatları bir nebze olsun soluyabilmek çok önemlidir benim için, eski insan ilişkilerini, eski dostlukları, eski aşkları... Geç doğmuş addederim kendimi çoğu zaman. Bana göre 2000'li yılların çocuğu olmak, lanet olası bir cezası bu hayatın bizlere. Eski aşkların, sevgilerin neden o kadar büyülü, destansı olduğunu ve artık neden öyle aşklar yaşanmadığını sorar dururum çoğu zaman kendime.

Bence meselenin en önemli boyutu emek. Eskiden aşkı için, sevgisi için çok büyük emekler verip, çok büyük sorunlara göğüs gerermiş insanlar. Çöllere düşen Mecnunlardan, dağları delen Ferhatlardan, aşkı için ölen Romeo ve Julietlerden bahsediyoruz. Tabii ki bunlar efsane ama gerçek aşklarda da böyle örnekler görmek mümkün. Günümüzde ise hızlı tüketim malları misali onu tüketip başkasına, başkasını tüketip öbürüne gidiyor insanlar. Eski sevgili listeleri kabarırken, yaşanmışlıklar ve paylaşılmış şeyler azalıyor. Sadece adı sevgi-li olarak kalıyor ama sevgi-li olamıyoruz kimseyle. Dost derseniz ayrı bir konu.




Misal, erkek kadın için 100 metre yol yürümüyor. Kadın erkek için yarım saat erken dışarı çıkamıyor. Mesajlara cevap isterken 10 dakika bile bekleyemiyor insanlar, zamanında birbirini bir ömür boyu beklemiş aşklar yaşanmışken. Arkadaşlarımız, dostlarımız için fedakarlık yapamıyoruz, yapmak istemiyoruz. Bizleştirmeye çalışıyoruz insanları. Bizim gibi hissetmesini, bizim gibi davranmasını, bizim sevdiğimiz şeyleri sevmesini bekliyoruz karşımızdakilerden. Yapmazsa çiziyoruz üzerini, nasıl olsa insan bolluğu var, birisi gider diğeri gelir yerine. Metalaştırıyoruz tüm insanları, insanlığı. Sonuç: kabarık eski sevgili listeleri, bozuşulan düzinelerce arkadaş, artan boşanma yüzdeleri, yalnız kalan insanlar, yalnız büyüyen çocuklar. Yalnızlaşmaya bir kez alıştı mı insan, istemez oluyor artık yanında başka insan. Yalnız büyüyen çocuklar, daha da materyalist oluyor. O kadar alışmış ki yalnızlığa, yanında başkasını görmeye tahammül edemiyor belki de. Yanımızda birini istediğimizde, ihtiyaç duyduğumuzda çağırıyoruz insanları yanımıza, sonra atıyoruz bir kenara. Tutkularımız, isteklerimiz, hırslarımız, cinsel dürtülerimiz için kullanıyoruz diğer insanları tüketim malıymışçasına. Sonunda tükenen kendimiz oluyoruz ama farkında değiliz. Diyorum ya 2000'lerdeki dünya tuhaf bir dünya.

2000'lere inat, sıradan güllere, "Güzelsiniz, ama bir şeye yaramazsınız. İnsan sizin için canını veremez. Elbette yoldan geçen biri benim gülümün size benzediğini sanabilir. O tek başına topunuzdan önemli. Çünkü suladığım o. Çünkü fanusun içine koyduğum o. Çünkü rüzgardan koruduğum o. Çünkü tırtıllarını öldürdüğüm o. Çünkü sızlandığı ya da böbürlendiği ya da hatta kimi zaman sustuğu sırada kulak kesildiğim o. Çünkü benim gülüm o." diyen Küçük Prens'e kulak verecek birileri hala çıkar mı aramızdan acaba?

0 yorum var :):

Yorum Gönder

top